“Gerçek” le karşılaşmanın neden bir travma olduğunu düşündün mü hiç? Günlük hayatın o küçük ve incitmeyen gerçekleri bile sarsıntı yaratıyorsa, daha büyüklerine hiç hazır değilizdir de ondan. Her sabah içtiği Starbucs kahvesinde aradığı sıcaklığı, aradığı köpüğü bulamadığı için günü kötü başlayan insanlarla çevriliyiz.
Gerçek, bir düzeltmedir sahiden; kurduğunuz hayali, beklentinizi, yaptığınız planları hizaya çeken bir düzeltme, yani sarsıcı olabilir. Fakat bizi bu kadar tahammülsüz yapan, giderek gerçek dışı bir dünyaya savrulmuş olmamız.
Gerçeksiz bir dünyaya…
Sürreel tablolardan, sanal evrene hızlı bir geçiş yaptık. Akıllı saatler, akıllı telefonlar, artırılmış gerçeklikle süslü digital platformlar, simülasyonlar, algoritmalar karşısında giderek küçülen, ufalanan ve buharlaşan “gerçeğe” itibarını nasıl iade edeceğiz? Kendisinden “hakikat” diye bahsetsek işe yarar mı? Önünde düğmeler iliklenir, başlar eğilir mi? Çünkü hakikat, hayatın olağan akışında ayağımıza takılan küçük çakıl taşlarından epey fazlasıdır.
Görünenden, kurulu mekandan, hatta mekanları aşan zamandan bile fazla.
Hakikat!
Kimsenin inkar edemeyeceği kadar güçlü olan…
Dışarıda hüküm süren.
Dışarı neresi? Yani bizim dışımızda, insanın dışında ve insanı sarıp çevreleyen… Fiziksel gerçeklik… Var olan her şey… Nesnel dünya…
Dahası, nesnel dünyanın zihnimizdeki iz düşümü…
İlk yarasını nerde alıyor “hakikat”? Anlatılmaya çalışıldığında! Büyük paradoks; zira kendisi de gerçeğin parçası olan, gerçek tarafından kuşatılmış canlı, kendisini içeren bütünü tanımlamaya çabalar.
Mümkün değildir, ama çaba sürmelidir, çünkü o çaba sayesinde bugün bizler insanlık mirası olan koca koca felsefe, edebiyat, müzik, resim külliyatlarıyla ödüllendirildik.
Dışarıdaki bir dağ gibi düşün hakikati, tepesi karlı yüksek bir dağ, hakikati dağ gibi düşünmek adettendir hem, orada durur kimseye aldırmadan, “o” bize aldırmadan öylece var olurken biz her şeyi o’na borçluyuzdur. Yaşadığımız ve kendimizi adadığımız bütün anlamların kaynağı “dışarısı” dır zira. Görüyor, duyuyor, tadına bakıyor, elliyor ve hepsinden sonuçlar çıkarıyoruz, yani öğreniyoruz. Kurduğumuz dünyanın, adına medeniyet denilen birikimin altındaki temel kurulum ise öğrendiklerimizden ve aktardıklarımızdan ibaret.
Bütün bunlar olurken dağın dağ olduğundan haberi yok, sen ona dağ diyorsun ama aslında ne olduğunu bilmiyorsun, belki dağa hiç benzemeyen bir şey. Gerçeğin durumu budur…
Yani gerçek karşısında her anlatım eksik…
Ama o’na ihtiyacımız var. Zaman zaman karşılaşmalıyız o’nunla.
Görmezsek ne olur?
Gerçeksizlik bize ne yapar?
Sahip olduğumuz fiziksel gerçekliğin en büyük parçası olan gezegenden yola çık!
Emekleme döneminde insanlığın öğretmeniydi bu dünya; şimdi boyun eğdirilmiş, tüketilmiş, kırık bir oyuncak. Orijinalini empresyonist tablolardan hatırladığımız, ve gazabından korkmasak pek de ihtiyaç duymayacağımız yer. Topraksız tarımdan, susuz tarımdan, sentetik etten bahsediyoruz. Küresel ısınma olmasa varlığını bile unuturduk. Oysa ilham verici olduğu eski günlerde, ne kadar da sihirliydi etrafımızda kurulu sahne, yani biz tabiatın patronu değil parçası iken. İçine doğduğumuz fiziksel gerçeklik, bizi biz yapan, bizi eşsiz yapan yerken. Şimdi zihnimize batmış, insan yapımı kuvözlerde uzanıyoruz.
Eh, bir dışarısı olmadığında içerde tutsak kalırsın…
Hani pandemi dediler, iki yıl içerde yaşadın ya, aslında hiç dışarı çıkamadın, hala aynı yerdesin. Kendi karanlık odalarında dolanan, etrafındaki kalabalıkla iletişim kuramayan kalın kabuklu canlılardan birisin sende artık.
Yani…
Maruz kaldığımız insan yapımı olmayan gerçeklik miktarı giderek azalırken, sanal gerçeklik dozu artıyor. “Sanal gerçeklik” ne demek? Gerçekte var olmayan, zihinde tasarlanmış şey, üstelik gerçeğin yerine talip. Baudrillard gerçeğin simülasyonu demişti, simülasyon haddini aştı, hiper gerçekliğe dönüştü. İstersen fiziki evrenin digital bir replikasını sunan sanal evrende toprak satın alabilir (Metaverse), hatta biricik olduğu digital olarak onaylanmış sanat eserlerine yatırım yapabilirsin (NFT).
Yapay zeka yükleniyor…
Yani…
Her yönden saldırı altında, gerçek’siz bir dünyanın, otomatları olmaya doğru sürükleniyoruz…
Gittikçe dağılan geleneksel dünyadan elimizde kalan kısımda da tuhaflıklar var;
Küreselleşme(*) fırtınası garip şekilde aniden sönüverdi; sümen altından teklif edilen tek dünya yönetiminin totaliterliğinin meşrulaştırılması lazımmış, meğer Batı bitmeyen göç dalgalarıyla baş etmeye hazır falan değilmiş, bu yüzden dünyanın yeniden yerelleştiği, izole edilmiş bölgelerden oluşan bir ara döneme ihtiyaç varmış. Tam şu an yaşadığımız.
Küreselleşme bir moda ya da akım falan değildi ki, laboratuar ortamında geliştirilmiş bir kavram da değildi, insanların dünyaya yayıldıkları ilk andan itibaren birbirleriyle yeniden bağlantı kurma arzularının doğal sonucuydu. Doğal bir gelişmeydi yani. Yeni ticaret yollarının da nedeni buydu tarihte.
Ve ticaretin canlanması (**) bizi Demokrasi’nin eşiğine kadar getirmişti. Az kalsın başarılacaktı. Olmadı. Muhafazakar sağın, ırkçılığın, baskıcı rejimlerin bataklığına yuvarlandık yeniden...
Kalan en büyük özgürlüğümüz, cebimizdeki para…
PARA çok önemli dostlar!
Değişim aracı olduğu günlerden, altın karşılığı basıldığı günlerden bugüne çok şey değişti, artık miktarı hızla çoğalan, değeri ülkelerin değerini ölçmeye yarayan ve kendisi de alınıp satılan yani üzerinden para kazanılan bir ticaret malı. Yetmez modern dünyanın en önemli gerçeklik göstergelerinden bir tanesi. Yani gerçeğin aslı yerine göstergesini koyarak gerçeği yeniden üretiyoruz ya (***)..
Derken digital para çağını müjdeliyorlar. Kimin ne kadar harcayacağına, ne alacağına, nereye gideceğine şirket-devletler karar verecek.
Yazık oluyor;
Çünkü elimizdeki, gerçeğe en yakın şeylerden biriydi sahip olduğumuz para. Hangi arabanın ne kadar ettiğini bilirdik mesela, artık bilmiyoruz, çünkü enflasyon var, çünkü para temsil kabiliyetini kaybetti. Al sana gerçeksizliğin sonuçlarından biri daha.
Ortamı karartırsan, verilerle oynarsan, karşılıksız para basar çarşı-Pazar gerçeğini manipülasyonla çarpıtırsan, paran malların değerini ölçemez ve kendi ülkende başka paralar kullanılmaya başlanır. Dövizi baskı altına alırsın, insanlar altına koşar, altının ithalatını yasaklarsın, borsaya koşarlar, borsayı manipüle edersin, emlak fırlar, ama niyeyse faizleri artırdığın halde kimse TL mevduata koşmaz, çünkü senin paranın gerçeği temsil kabiliyeti kalmamıştır.
Velhasıl…
Artık hakikatle iletişim kuramıyoruz.
Bu yüzden her karşılaşma büyük travma…
Gerçek karşısında;
İstanbul’da yaşayıp da Boğaz’ı ilk defa gören insanlar gibiyiz…
Daha da kötüsü bir bilgisayar simülasyonunda yaşadığını fark eden Neo (****) gibi..
MİKa
23.02.2024
*Küreselleşmenin Sıradışı Öyküsü, Nayan Chanda
** Laissez faire laissez passer; Bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar. Dünya kendiliğinden gider. Anlamındaki meşhur deyim
***Simülasyon teorisi, Jean Baudrillard
**** Matrix filminin baş kahramanı