Gerçeğin trajedisi organize işler!
Simülasyonların gerçeğin yerini aldığı bir dünyada yaşıyoruz!
Simülasyon aslında, bir işleyişin daha iyi anlaşılabilmesi ve öğretilmesi maksadıyla, yapay olarak yeniden üretilmesi demektir. Bilgisayar programları ve özel düzenekler yardımıyla gerçekleştirilir. Simülatör, süreci yapay olarak yeniden üreten düzeneğin adıdır.
Simülakr terimi ise 80’li yıllarda bilim dünyasına Fransız düşünür Jean Baudrillard tarafından armağan edildi. Simülasyondan farklı olarak; Bir gerçeklik gibi algılanmak isteyen “görünüm” anlamına gelir. Simülasyonlar, bilgisayar oyunları, video kayıt cihazları, fotoğraf makineleri, modern sanat, reklamlar, hologram teknikleri, klonlama.., sayesinde yeniden üretilen gerçekliğin, doğal ve orijinal halinden tamamen koparak, adeta bağımsızlığını ilan etmesidir, anlatılmak istenen..
(İlimde bilimde geri olmak işte böyle bir şey! Bu kavramlar bizim dilimizde üretilmediklerinden adlandırmakta ve anlamakta zorlanıyoruz maalesef. Ancak kavramları üretildikleri dildeki halleriyle ve isimleriyle kullanmak esastır, buna sadık kalmaya çalışmak gerekir.)
Nihayetinde, yeniden üretilen görüntü, gerçeği ile tamamen bağını kopartır, kendi başına ayrı bir gerçeklik halini alır, ve bir gerçeklik gibi muamele görmeyi talep eder! Olan budur! Hem de her alanda.. Öyle ki gerçek, neredeyse burun kıvırdığımız, silik, içine kapanık, hatta sevimsiz bir şey haline dönüşmek üzere! İşler bununla kalsa iyi, gerçekten kurtulmaya çalışırken, sadece sahte görüntüler bize yetmez! Kendimizi komplo ve fantazma ile desteklenmiş halüsinasyonlar, sonrasında da halüsinasyonu gerçeğe tedavül edecek organize işler içinde buluruz!!
Üstelik bahsedilen organize işlerin ölçeği giderek bireyden çeteye, çeteden örgüte, ve nihayetinde en büyük toplumsal örgüt olan devlete kadar genişlemiştir.
Günümüzde siyaseten ortadan kalkan devlet, şimdi kendini yeniden üretmeye çalışmaktadır, çağın bütün imkanlarını, ve emrine amade olan gelişmiş teknolojileri fütursuzca kullanarak! Kısacası artık o alıştığımız eski dünyada değiliz! Muazzam bir kandırmaca bu…
Ölümün elinden kaçabilmek için kullanılan “ölüm simülasyonları”!
‘Kendi ölümünü sahneye koyan (oynayan) bir iktidar az da olsa bir yaşama (var olma) ve yasal bir kurum olabilme hakkına sahip olabileceğini düşünmektedir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri başkanları konusunda olduğu gibi. Kennedy cinayeti gerçek anlamda bir politik boyuta sahipti. Oysa Johnson, Nixon ve Ford yalnızca hayali, simüle edilmiş suikastlere hedef olabildiler. Çünkü onlar birer kukla olduklarını gizleyebilmek için bu türden yapay tehditlerin yaratacağı “aura”dan yararlanmak istediler.’ (*)
Bu oyun sahnelendi durdu..
Bizden misal sual ederseniz; Bülent Arınç suikastı (2009) geliyor akıllara, Ankara’daki Emniyet binalarına yapılan roketatarlı saldırı. Artık bu işler için siparişle çalışan, taşeron örgütler var biliyorsunuz, DHKP-C de onlardan biri. Parayı bastıran, kendisine istediği “tehdidi” satın alabiliyor. İç tehdit, dış tehdit, askeri tehdit, sivil tehdit, ne ararsan.. Muhalefet, demokrasilerde meşru bir kavram olduğundan bugünlerde AKP zordadır, siyasetin ve ideolojinin sonu gelmiştir..
Varlığını olumsuzluktan, bunalımdan almak! Kendi ölümünden medet ummak, ancak bir düşmanın varlığı ile kendi varlığını sürdürebilmek, o büyük yönetim sırrı işte bu! Çünkü bugüne kadar barışın koşulları nedense pek araştırılmamıştır, barışın kimyasını bilmezler..
Jean François Lyotard diyor ki; ‘Yalnızca kapitalizm orgazm olabilir!’ Belki de bunlar, orgazm halindeki kendinden geçmiş kapitalistlerdir, yerel olarak hangi isimle bilinirlerse bilinsinler, çoğunlukla muhafazakar, çoğunlukla dindardırlar üstelik..
Ve organize işler öylesine artar, utanmazlık öylesine alıp yürür ki, artık saklanmaya bile gerek duyulmaz. Saklanmaya ne gerek var? Suçun değil masumiyetin, yalanın değil gerçeğin ispat edilmeye muhtaç olduğu bir dünyada yaşanmaktadır artık!!
Farklılığa tahammül edemeyip öteki’ni katlettiğinizde, böyle olacağı belliydi! Her pozisyon, her iş size düşecekti tabii ki, dostu da siz oynamak zorunda kalacaktınız düşmanı da, bu ülkeye komünizm gelecekse onu da siz getirecektiniz, tıpkı şimdi her haltın İslami versiyonunu üretmeye kalkıştığınız gibi..Bunlar hep aynı adamlar, kafa aynı kafa, tarih onlar yüzünden tekerrür ediyor..
Gezi olaylarındaki “duran adam”ların karşısına geçecek, “duran adama karşı duran adam”lar bulma fikrini hatırlıyor musunuz, çArşı grubunun karşısına 1453 Kartallar diye birilerini dikmelerini.
Tehlikeli bir yol, hem de çok tehlikeli, simülasyon, kurgu ve komplo gerçeğin ispatlanmasını imkansızlaştırıyor. Skandallar çoktan yetersiz kaldı. Uçak kaçırmalar, katliamlar, soygunlar bile birer simülasyona, oyuna benziyor artık. Savaş görüntüleri savaştan çok kurgu videoları andırıyor, canhıraş bir edayla olayları anlatan muhabirler de ikna edemiyorlar kimseyi. Ve bu durum kurguyu yapanların da sonunu getiriyor, yani tezgahlanan olaylar tezgahlayanların aleyhine dönüyor..
Durun, daha ne günler göreceğiz! Baskı ve manipülasyon ustası diktatörlerin hakikatin kendisinden medet umacağı günler gelecek.. Keşke ortada herkesi yerinden kaldıracak masif bir “gerçek” olsaydı diyeceğiniz günler.. Hakikatin peşine düştüğünüz, ve bulsanız bile kimsenin size yardım edemeyeceği günler..
Çünkü gerçeğin de bir stratejisi var…
(*) Diye yazmıştı Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon adlı kitabında