Etrafı şen şakrak kalabalıkla çevrili olanların cevaplayacağı soru bu değil, onlarınki farklı..
Ama;
Popülizm serpintilerinden uzak yaşayanlar, yalnız kalacağını bilenler kendi sığınaklarını inşa ederler, bilirler ki olumsuz duyguların, gizli kalmış ve geliştirilmeye ihtiyaç duyan tuhaf bir güçleri vardır, gençlerin insan cinsinden yabancılaşmaları başka şeylerin ilk adımı olabilir mesela, gezegeni sadece kendine ait zanneden ırka verilecek şahane cevapların belki.. Evinde bir ya da birkaç hayvana yer açanları, hayatını ve yemeğini onlarla paylaşanları, yakınındaki yöresindeki bitkilerin tohumlarını saklayanları, sokağı boydan boya kokutan tek bir iğde ağacının derdine düşenleri garipseyenler var ya, işte onların kalabalığının içinde bile..
Birileri..
Çoğunlukçu dikta altında ezilen tek kişilik duyguların, yokluğun, hiçliğin, kollektifleşmeden bir kenarda duran yalnızlıkların, kendi kendineliğin ihtiyaç duyduğu şeylere sadık kalmak zorundadır.
Birileri..
Sırf kendine sadık kalabilmek için..
Rüzgara karşı durmalıdır.
Birileri..
Gölgeler arasında yolunu bulmalıdır.
Biz; Bizi garipseyenlerin bakışları altında yaşamak zorunda kalanlarız…
Biz kimsesiz olanlarız…
Bastığı yeri görmeden yürüyenler güvensizlik duygusuyla maluldür. Birbirinden habersiz yalnız ruhlar çoğunlukla kaybolurlar. İçindeki sesi dinlemeye devam edenlerin çoğu bu dünyayı yapacaklarının yarısında terk etmek zorunda kalır. Durum zaten bu denli karanlıkken, yeni’nin geleneğine bağlı olanlar fırtınanın tam ortasındadır.
“Yeni”…
Bütün beklentilerimizi üzerine yükleyebildiğimiz, nefes kesen şey! Hayaller, umutlar, bambaşka olasılıklar, yani çaresizliğin tam tersi, yükseltici etkisi sadece onu formüle edenleri değil takipçilerini de büyüler, işte tam bu noktada da yeni’ye bağlılık insani hale dönüşür, vaad dolu güçlü bir hayatta kalma durumuna..
Peki niye korkarız?
Topluma değil de kendi içindeki sese uymaktan başka yol bulamayan insanlardan mı? Yoksa onların karşımıza diktiği, masif gerçeğin üzerimize düşen gölgesinden mi?
Evet “yeni” karanlık, ve fakat kaçınılmaz da..
1917 Devrimi’nde, Rusya’da, Çar ailesi katledilirken “yeni” o kadar yeniydi ki acımasız olmak zorunda olduğunu düşündü; Katliamlar, sürgünler, infazlar.. “Devrim”, yeni’nin en kaba, en tepeden inme hali değil miydi zaten?
Şaşırtıcı olan; bütün sancılarına rağmen, çok tuhaf şekilde “yeni”nin yenilmezliğidir.. Bu durum yeni’nin geleneğine bağlı insanlara hiçbir avantaj sağlamasa da.. Lenin sonrası Bolşeviklere sağlamadığı gibi..
Her şeye rağmen..
Birileri; “Dünya yine de dönüyor” demelidir…
Eppursi muove! Dünya yine de dönüyor.. (Galileo Galilei)
Şimdi yüksek sesle verelim baştaki sorunun cevabını;
Biz “yeni”nin geleneğine bağlıyız, yerimiz bu, bu yolda yürümek zorundayız… (*)
Sisler içindeki bu vaade bağlananların verdiği cevap sandığınızdan daha önemli, dev dalgalarla boğuşurken başımızı suyun üzerinde tutabilmek için…
MİKa
19.08.2024
(*)Rollo May, “Yaratma Cesareti”, çevirmen Alper Soysal’ın önsözü..